Bu Blogda Ara

14.11.11

DUA!

Biliyor musun?
Hep, bir kızın olsun diye dua ediyor olacağım…
Seni örnek alsın, senin gibi adamlar tanısın diye…
Senin gibi biri yüzünden;
Doğduğu gün ölsün… Gün geçtikçe siyaha dönsün hayatı…
Sen ona her “ağlama” dediğinde aklına beni getirsin o en gerçek yaşlar…
Ona her baktığında, yıktığın hayatlar gelsin aklına…
Kızınla yaşa o yıkıntıları toplamanın ne demek olduğunu…
Onunla birlikte aramak zorunda kal bıraktıklarını…
O, “neden?” dediği her an, utan geçtiğin hayatlardan…
Hatırla ve pişmanlık duy…
Ve ona dikkatlice bak…
Hayatında ilk defa bakmakla görmenin arasındaki farkı algıladığın an olsun o…
Acıyı görebildiğin o an, bil ki can çekişmek aşktan değil, aşkı duymayandandır…
İşlediğin günahlar yakana her yapıştığında, sarıl kızına…
Özür dile…
Onu, ağlamaya ve sessiz kalmaya mecbur bıraktığın için…
Dünyaya bir enkaz getirdiğin ve onu hayal kırıklığının ortasına attığın için…
Yaşadığı her şeyin, bir yerlerde işlediğin günahlardan kaynaklandığını ona hiçbir zaman anlatamayacağın için…
Ardından edilen duaların tohumu olmak zorunda kaldığı için…
Hep, bir kızın olması için dua ediyor olacağım…
Seni sevdiğim ya da nefret ettiğim için değil,
Günün birinde beni anlaman için…







2.11.11

VASİYET

Acısız bir ölüm şekli seçmeliyim kendime.. Acısız ve kurtuluşu imkansız bir ölüm olmalı bu.. Bir anda ve sessizce olmalı gidişim.. Vedasız, dönüşsüz, tek yön bir bilet gibi ve gerçek.. Toprağında aşk tohumları yeşeren bir mezarım olmalı.. Ve bu yarım kalmışlık artık son bulmalı..
Bu hayattan sonsuza dek çekip gitmeliyim.. Arkamdan ağlamamalı kimse ve belki de bilmemeli sevdiklerim gözlerimi kapadığımı.. Çekip gitti süsü vermeliyim çok uzak şehirlere, dönmemek üzere… üzülmesin diye kimse..
Bir tek sen bilmelisin artık nefes almadığımı, sensiz boş gelen o dünyada var olmadığımı ve gerçekten nasıl ortadan kaybolduğumu. Bir günü bir yıla eşdeğer kılan aşkının verdiği hüznü ancak ölümle sonlandırdığımı. Yokmuş gibi davrandığın her anın aslında ölümden farksız olduğunu. Aşkından geçmeyi beceremeyen zavallı “ben” in sadece bu yolla senden kurtulduğunu.. Ve ona başka bir  yol bırakmadığını.
Arkamdan sadece sen gözyaşı dökmelisin.
Ve ben ne yaşadıysam hissetmelisin…
Önce  hiç haber alamamalısın benden, garipsemelisin bunu. Merak edip aramalısın.. Ulaşamadığını görünce şaşırmalısın.. Vedasız gitmeliyim senin gibi.. Gerekçesiz, hesapsız, acımasız ve sonsuz olmalı gidişim.. Gecelerce kan kusan yüreğim, gözyaşlarınla ölümsüz olmalı. Başlattığın oyunun, “perdesini kapatamadan” devam etmelisin yoluna. Korku dolu hayatına bir bıçak gibi saplanmalı gerçekler... Son bir defa gözlerinden beni mahrum bırakan sen, ömür boyu beni göremeyecek olmanın pişmanlığını yaşamalısın. Resimlerime her baktığında çığlıklarını duymalıyım bir yerlerden o pişmanlığın.. Tıpkı benim gibi senin de içinde kalmalı söyleyemediklerin. Anlamalısın çığlıklarımı duyuramamanın ne hissettirdiğini  ve engellenmenin içimi nasıl kemirdiğini.. Adım her geçtiğinde sızlamalı içinin en kuytuları. Bana benzetmelisin gördüğün herkesi ve olmadığımı fark ettiğin her an, vurmalısın o güzel başını duvardan duvara. Her hücren hissetmeli eksikliğimi ve özlemelisin delicesine.  Tam unuturken, bir şeyler hatırlatmalı yokluğumu.. Bir resim, bir şarkı, bir koku, bir çocuk ya da bir anı derinlerden çıkıp gelen. Çıldırmalısın sesimi bir kere duyabilmek için ama elinden hiçbir şey gelemez olmalısın.. Beni hayal ederek sarılmalısın bir başkasına, ben olmadığımı anladığındaysa titremeli her yanın acıdan. Her uyandığında sırf nefes alabilmek uğruna, benmişim gibi yastığına sarılıp onunla konuşmalısın. Ağlamak isteyip ağlayamamalısın, tüm yaşlar sol tarafında birikip tıkamalı nefesini. Konuşmak isteyip duyuramamak, görmek isteyip cezalandırılmak yıkmalı seni de. Gururun, onurun ve bütün vazgeçilmezlerin alınmalı aşk tarafından ayaklar altına..  Kendini anlatmak isteyip de susmak zorunda kalmak bitirmeli yaşam sebeplerini.. Haykırmak isteyip de tenha, bensiz tek bir yer bulamamak, kanatmalı tüm gençliğini.. Burnundan getirmeli hayat bütün verdiklerini.. Adımı sayıklamalısın sen de benim yaptığım gibi.. Dua eder gibi ezberlemelisin ismimi.. Her tekrarında daha çok atmalısın içine heceleri.. Hayalini kurmalısın yok yere boş yere benimle ilgili her şeyin.. Elini çekmeli senden de hayat, bırakmalı bir başına seni de aşk..  Uzaklara gitmek isteyip gidememeli, geçtiğin her yeri hüznünle kabusa çevirmeli ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına emin olmanın verdiği sızı, seni de ağlatmalı.. Çaresizlik… Senin de yakana yapışmalı… Bir an olsun unutamamalı, dokunamamalı, içinden atamamalısın beni ve hesap verememelisin bütün bunlar için kendine… TIPKI BENİM GİBİ…
Geri döndürmek istemelisin yaşanan her dakikayı..
Her şey için çok geç olmalı…
Üzerime attığın mevsimlik aşk tohumları, yattığım yerde yeşermeli artık..
Bir ömür gözyaşlarınla sulamalısın onları..

ÇATIŞMA

Birer  yaz ve kış çatışmasıydık seninle. Ben yaz çocuğuydum, sense kış..
İlk kışın soğuklarıyla harmanlanmıştı sonbaharın. Kasım yağmurları uğurlarken seni, bembeyaz taneler selamlıyordu kimi zaman.. Ruhunda siyah vardı mevsimin gereği, beyaz nadiren uğrardı.. Asiydin, yaprakların dökülmezdi ama sararırdın ilk yağmurlardan sonra. Güçlü, inatçı ve dik dururdun tüm koyu renklere rağmen. Acımasız bir yanın vardı yazı reddeden.. ve reddetmekten vazgeçmeyen inatçı yağmurların… yerini soğudukça döktüğün buz tanelerine bırakan..
Bense sarının ve sıcağın, maviyle çatışmasıydım. Sarı ısıtır, mavi üşütürdü güneşimi. Şeffaf, suskun ve sakin denizim, coşardı kimi zaman yaz yağmurlarıyla.. Senin mevsiminden bir parçaydı o yağmurlar, renklerini müjdeleyen. Damlaların büyüsü kimi zaman alıp götürürdü güzel renklerimi derin mavilere ve geri getirmezdi.  Mavilerim coştukça, ruhumu sıcak kaplardı, beni ısıtırdı.. Siyahı bilmezdi, güçsüzdü benim mevsimim. Yenik düşmeye ve renklerinden vazgeçmeye hazırdı, yağmurların uğruna.  İlkbaharın yeşilleri uğrardı kimi zaman dallarıma.. Ama çok az kalmıştı artık sonbahara..
 Senin koyu renklerinle benim güneşim birleşir, sakinleşirdi mevsimlerimiz.
Soğuğun ve sıcağım bütünleşirdi. 
Vazgeçerdin, engellerdi dalgalarım seni... Korkardın, beyazımdan verirdim sana, yumuşardı yüreğin.. Ürkütürdün siyahınla, ısıtırdım renklerini.. Buz tanelerin vururdu sıcağımı, güneşim itiraz ederdi.. Siyahtın, mevsimim seni içine çekerdi..
İnanırdım, siyahınla süslerdin hayallerimi.. Isınırdım, buz tanelerinle üşütürdün yüreğimi.. Cesaretim vardı, alıp götürürdü sonbahardan kalma yağmurların teker teker herşeyi.. Umutlanırdım, alırdı ellerimden soğukların bütün renklerimi..
Birer yaz ve kış çatışmasıydık seninle.. Sıcak ve soğuk.. Siyah ve beyaz..
Yaz bitti… Kışa çok az kaldı..
ipek sindelışık

28.10.11

ŞEREFİNE...

basit bir gece sadece…
her zamankinden…
yarım kalmış o şişeden dubleler…
hiç gelmemişliğinin şerefine…
birlikte içmeyişlerimize kalksın kadehler…
tıpkı içmeyişlerimiz gibi kimse de tanık olmasın buna…
hiç bakmamış ol gözlerimin içine… hiç konuşmamış, yalan söylememiş ol…
ağzından dökülebilen en derin sözcük yalanmış diye kazınmasın hafızama…
o kadehlerde boğulmamış olsun bıraktıkların…
hiç alışmamışlığına içelim bu gece… değmemiş ol yüreğime…
sinmemiş olsun kokun ruhuma…
hiçbir parçan kalmamış, hiçbir parçam kalmamış olsun…
 aynaya baktığımda, kaç defa öldüğümü vurmamış olsun yüzüme, senden kalan hüzün
ölelim şerefine sevememişliğinin, yetinememişliğinin…
senden hiçbir an kalmamış olsun…
kendimi gittiğine değil, hiç gelmediğine inandırayım…
böylece ne rakıda izi olur dudaklarının, ne de bardağın kenarındaki lekeyi görür gözlerim…

29.10.11
İpek sindelışık

18.10.11

O

ben onu hep özlüyordum… o bunu bilmiyordu… onun gözyaşlarını döktüğümü hissederdim bazen... yağmuru beklerdim... o sabahtan bahsetsin diye... son bir sigara yakardım her seferinde... paketimizde kalan son sigarayı... hiç bitmeyecekmiş gibi içerdim gitmesin diye… yolları uzatırdım sesini daha çok tanımak için… kızardı belki ama hoşuna giderdi… üzerim seni derdi… beni üzmesini isterdim sırf aramızdaki yollar kısalsın diye… beni her üzüşü ona çıkan yolun sonundaki aydınlıktı… bana alışmıştı… beni üzmeye alışmıştı…
ben onu yine özlüyordum… Ve onu nasıl özlediğimi bir tek o bilmiyordu... Aynı akşamlara uyanıp, aynı şişede kayboluyorduk… melodilerimiz, esintilerimiz birdi… Bir kitapta ayni bölümlerden etkilenip ayni yerlere işaret koyuyorduk... Ama ayni hayat ters yönlere savurup duruyordu bizi... O başka masalların resimleri olmayı, kendi masalının kahramanı olmaya tercih ederdi hep... Bu yüzdendi, yasam çizgimizin kısa olusu... Ayni denizi içip, ayni kayalıklarda üstümüzün kirlenmesinden korkuyorduk... ikimiz de biliyorduk... Ne çocuktuk kıyafetlerle suya atlayacak cesareti olan, ne de büyümüştük kurulanamamaktan korkacak kadar... öyle arada, öyle ip üzerinde kalmıştık ki, geri geri gidiyorduk her birbirimize koşuşumuzda... hep yanlış yerlerde bekliyorduk birbirimizi... şimdi o, hiç gelmemiş gibi gidiyordu… ve onu ne kadar özlediğimi bilmiyordu…
Bir dua ezberledim bugünlerde... iyi mi kötü mü bilmediğim bir dua... Onu anlatan, ona yakışan, o kokan, ondan bir parça olan ve onsuz başlayan... sırf o gelsin diye… sırf onu ne kadar özlediğimi hissetsin diye…

19.10.2011
İpek sindelışık

5.10.11

GİDERKEN...

Beni sevmeyi beceremedin…
Kimbilir… Sevmek istemedin belki de…
Biliyor musun sevgilim?
Sırf senin yerine de sevebilmek için bizi, kendimden vazgeçebilirdim…
O kadar bekledim, o kadar gözledim ki gelişini, senden başka yer bilmez oldu sessizliğim…
Dua etmeyi öğrendim…
Dalıp dalıp uzaklara gitmeyi…
Bastığın yerlerden yürümeyi…
Seni ararken, kendimi kaybetmeyi…
Sessiz durup kan ağlarken içim, yalandan gülümsemeyi…
Sana cümleler verdim bakmadan yüzlerine geri çevirdiğin…
Ağlattın, sildin sayfalardan…
Kırdın kalemimi…
Satır satır vazgeçtin…
Bazen tamamen gittiğini sanırken, geçerken uğrayışların oldu…
Kısaydı bu ugramalar… Bir parmak an çalmaktı aşkıma…
Bir görünüp bir kaybolmalarındı…
Kabullenmedin… Öğrenemedin…
Bir köşesinde durmama izin verdiğin hayatından gitmeliydim…
Sen beni itip dururken o en bilinmez yerlerine, ben senin bir soluk alıp verişin kadardım…
Öyle küçülmüş, öyle yok olmuş…
Yalnızlığımdın artık, en “sen”siz, en “ses”siz…
Bir “her şey”den vazgeçişe ihtiyaç vardı…
Çünkü, senin gitmiş aşklara yazılmış hediyelerin, benimse giderken sana miras bırakacağım cümlelerim vardı…

3.10.11

BİR DİNLENME...

Gitmelerin gelmelerinden hep daha çok oldu bana. Ben senin bende dinlenmelerini sevdim.  Koşup giderken başka başka sevdalara, suçlu bir bakış bırakırdın ardından merak etme döneceğim diyen. O bakışla avunurdu bekleyişlerim, bir dahaki bana kaçışlarını seyrederken. Günler, haftalar, belki de aylar sürerdi dönüşlerin. Beklerdim yorulmanı büyük bir aşkla, kimseye teslim etmeden gözlerimi. Uzun uzun dalıp gittiğim yollar geri getirirdi seni bana bir yerlerden eninde sonunda.
Gelirdin bir zaman sonra…
Dinlenirdin bende, gecelerce yolculuk yapmış gemiler gibi. Tüm günahlarından uzak olurdun, şefkatimle sarmalarken yaralarını. Aldığın bütün yaraların üzerini örterdim kendi özlemlerimle. Tek bir neden olmadan hiçbir soru sormadan bakardım saatlerce günahlarına. Kendi günahımmış gibi, kendi yaralanmalarımmış gibi sahiplenirdim…
Hiçbir şey beklemezdim… Sormadan, konuşmadan sessizce bakardım sana. Bu sessizlikti dinlendiren belki de seni… Sarılırdın dinlenirken, korurdun beni, bilirmişsin gibi sen yokken hissettiklerimi. Kısa bir zaman dilimiydi bu dinlenmeler, bilirdim tekrar gideceğini. Tadını çıkarırdım senli saniyelerin benli bensiz. Ben olmazdı bir zaman sonra, sen olurduk ikimiz de… O kadar özlerdim ki seni, gideceğini unutur, kendimi hazırlamazdım senden kalacak yaralarıma. Saatler sürerdi varlığın; haftalar, aylar süren yokluğunun yanında.
Ve yine giderdin. Dinlenirdin ve yola koyulurdun yeniden… İstemiyormuş, ama mecburmuş gibi… Gidecek ama dönmeyecekmiş gibi… Dinlenmiş ama yorulmak istermiş gibi… Ve giderdin…
Yoktun çoğu zaman… Gitmelerine alışmıştı sevinçlerim… Ne gitmelerini, ne de gelmelerini… ben senin, bende dinlenmelerini sevdim…
O kadar dinlendin ki bende, ve o kadar sevdim ki seni… Sonu belli olmayan bir yolda kayboldu artık ümitlerim. Yaralarını saramayacak ve günahlarını kaldıramayacak kadar güçsüz şimdi ellerim. Koşarak geldiğim sana çıkan yoldan, tökezleyerek dönüyorum şimdi, tek başına ve çaresiz...
Dedim ya sevgili, ben senin bende dinlenmelerini sevdim.  Şimdi yorgun bedenim.